Röportaj: Onur Coban

Buşra Tunç kimdir? Kısaca kendinden bahseder misin?
Yoldan çıkmış mimarlık olarak tanımladığım; alternatif ‘yapma’ biçimlerini, mimarlık, sanat ve tasarım toplam alanı içinde, 2013 yılından beri bağımsız olarak sürdürüyorum. Mimarlık ve sinema lisans eğitimlerini tamamladım. Bir dönem sinema ve ses eğitimi için Paris’te geçirdim. Şu anda Tokyo Bienali’nde sergilenen çalışmamızı üretmek üzere sanatçı programı kapsamında Tokyo’dayım. Mekânı ve zamanı bir arada düşünerek, ışık, ses ve malzeme gibi unsurları, belleği olan ve izleyiciyi içine alan kurgularla bir araya getiriyorum. Kendi iklimi ve kendi bedeni olan atmosferler kuruyorum. Mekân, nesnelerin ve insanların içinde yer aldığı bir kap gibi çalışmıyor benim için. Mekânı zamandan ayrı düşünmeyen atmosfer kavramını odağıma alarak çalışmalar üretiyorum. Süre, ışık ve sesin temel öğeler olduğu yerleştirmeler, duyumsamaya odaklanan, çok sayıda birimin aynı anda etkileşimde olduğu, dinamik frekansların, tekrarlayan ses ve görüntü örüntülerinin, parazitleşmenin olduğu yapılar kurguluyorum. Galata’daki atölyem içinde; işliği, alet-edevatı olan laboratuvar vari bir mekân. Deney yapmak, malzemeyle çalışarak bulmak çalışma yöntemlerimde önemli bir yerde. Bu da hem çalıştığım mekânı hem de ürettiğim işleri şekillendiriyor.

Etkileşim tasarımı, sanat, endüstriyel ürün tasarımı ve mimarlık disiplinleri üzerine çalışıyorsun. Farklı ölçeklerde çalışmak tasarım pratiğini nasıl etkiliyor? 
Çalışmalarımda disiplinlerin kompartımanlara sıkışmadığı bir yaklaşımla, çevreleyen dünyalar ve sistemler ağı kurmaya çalışıyorum. Aynılaşmayan, her seferinde yeniden kurulan sistemler. Bunu sağlayan en önemli yaklaşımın fikri; mekânın, durumun, çevrenin kendisinden alarak çalışmak olduğunda ısrarcıyım. Değişmez biçimde, çoklu ölçeklerde eş zamanlı sürdürdüğüm projeler yürütmenin bana verdiği bir dinamik var. Çaprazlama ilişkiler ortaya çıkıyor. Bir taraftan bir ev inşa ederken, diğer taraftan bir yerleştirme üzerine ve/veya sergi tasarımı üzerine çalışıyorum. Birbirlerini besleyen, tetikleyen süreçler haline geliyorlar, bu sürecin hem beni hem çalışmaları yönlendirmesine izin veriyorum. Bu karşılaşmalara izin vermek için oluşum süreçlerinin askıya alınmadığı, kararların değişebildiği dinamik bir senaryo işletiyorum. Bu yaklaşım, çalışmanın her aşamasında onunla diyalog halinde olmayı gerektiriyor. Çok ölçeklilik benim için bütünsel bir üretim alanı yaratıyor. Tüm üretimime sirayet eden fikir; ölçekler arası geçiş imkanlarını çoğalttığımız bir yapı kurma düşüncesi.

Anadolu’nun önemli yapılarından Sultanhanı Kervansarayı’nda mekana özgü çalışman “Scratch”in hikayesini dinlemek isteriz. 
“Scratch” isimli; elektrolüminant boya, metal, fresnel ışık ve kodlamadan oluşan bu mekana özgü yapıt, bugün hala deneyimlediğimiz anıtı inşa eden karmaşık bir işçi topluluğunun izlerine ve mekanın hafızasına odaklanıyor. Metal temsillerini ürettiğim, bizzat inşa eden tarafından, yapıldığı dönemde duvarlara kazınmış olan sembol koleksiyonu ardışık dizilerek bir araya toplandı, nihai görünümde birbirinden kopamayacak bir bütünün parçaları oldular. Bu metal parçalara ışığı içinde saklayan photoluminant boya uyguladım. Mekanda kurduğum ışık sistemi ve kodlamasıyla karanlıkta bir süre geçirdikten sonra, anlık bir çakma ile semboller ışıkla şarj oluyorlar. Tekrar yavaşça karanlığa geçen ortamda kendiliğinden ışıyan yapıtla baş başa kalıyoruz. Işının erime ve tekrar dolma döngüsünü gözlemliyoruz. Işık ve boya ile yaptığım bu müdahale, kazımaların belli belirsiz hatıralar gibi bu yapıda varlıklarını sürdürmelerine işaret ediyor.

Read more tr >

Powered by WP Customer Service